Eğitmenin sesi

Daha önce bir öğrencinin okul seçim kriterlerinin ne olması gerektiğinden bahsetmiştim. Bu sefer de işin mutfak kısmında neler olduğuna değinelim. Konudan bahsederken doğal olarak kendi branşım olan tangoyu temel alıp ilgili olduğum spor ve müzik dalları ile besleyeceğim.

Eğitmenlik hakkında konuşulacaksa öncelikle eğitmen ne demek ve performans sergileyen icracıdan farkı nedir sorusu ile başlamak gerekir. İcracı bir işi sergileyen kişiyken eğitmen o işi sergileyecek kişileri yetiştirmekle mükellef kişidir. Bir eğitmen hiçbir zaman icracı kadar iyi icra edebilmek zorunda değildir. Aksini iddia edebilmek için her olimpiyat şampiyonunun antrenörünün de olimpiyat şampiyonu olması gerekir gibi mantık dışı bir kabulde bulunmak gerekir. Bununla birlikte her eğitmen iyi bir icracı olamayacağı gibi her iyi icracı da iyi bir eğitmen olamaz. Hem iyi eğitmen hem iyi icracı olmak ise benim gözümde normal üstü bir yeteneğe sahip olmak demektir. İyi bir eğitmen; öğrencisine doğru bilgiyi aktarıp, hatalarının sebeplerini anlatıp olması gereken biçime getiren, öğrencinin beceri sınırlarını doğru analiz edip doğru öğretim yöntemlerini kullanarak sınırların günbegün genişletilmesini sağlayan kişidir. Bunların yanında icracı olarak doğru örnekleyebilme becerisine de sahipse iyi demek yetersiz kalacaktır.

Eğitmenlerin hangi eğitim aşamalarından geçerek bu sıfata sahip olduklarına gelirsek; Türkiye’de MEB ya da YÖK’ün yani doğrudan devlet kurumlarının verdiği Arjantin Tango eğitmeni unvanı yok. MEB özel kurslar vasıtasıyla kendilerinin onayladığı usta öğretici belgesi veriyor. MEB yaygın öğretim modüllerinde ise tango standart danslar başlığı altında bir öğe olarak bulunuyor ama maalesef bu bahsi geçen tango Arjantin Tango ile pek alakalı değil. Bunun dışında doğrudan tango dersi, bölümü, kursu yok. Konservatuvarların halk oyunları ya da modern dans bölümlerinde ya da sanat tasarım fakültelerinde de Arjantin Tango eğitimi verilmiyor; dolayısıyla konservatuvar mezunları da Arjantin Tango eğitmeni olamıyor. Mevcut duruma göre branşa en uygun meslek belgesi Türkiye Dans Sporları Federasyonu (TDSF) tarafından veriliyor. Orada ise verilen unvan eğitmen, ya da öğretmen değil, antrenör.

Gençlik ve Spor Bakanlığı, Arjantin Tango, Salsa, Rock ‘n Roll vb. dansların eğitimini verecek kişinin yeterlilik unvanının antrenör olmasını uygun görmüş. Bu belgenin veriliş aşamaları ise kabaca şöyle; Gençlik ve Spor Bakanlığı’na bağlı olarak TDSF ve Spor Genel Müdürlüğü tarafından talepler veya ihtiyaçlar doğrultusunda antrenörlük eğitimleri açılıyor. Bu eğitimlerde antrenman bilgisinden fizyolojiye, sporcu beslenmesinden ilk yardıma, spor sosyolojisinden yetenek seçimine kadar pek çok konuda eğitimler alınıp sınavlarda başarılı olmak kaydıyla antrenörlük eğitiminin teorik denen ortak kısmı bitiyor. Ortak derken fitness, güreş, kickboks, dağcılık, judo vb branşların antrenör adayları ile aynı eğitim ve sınavlara giriliyor. Bu kısım geçtikten sonra TDSF’nin yetkilendirdiği daha üst kademe bir antrenör eşliğinde uygulama ve branşa yönelik eğitim başlıyor. Bu bölümün de sınavlarında başarılı olduktan sonra antrenör belgesi almaya hak kazanılıyor. Bir defa belge almak yetmiyor çünkü ilk aşamada alınan belge 1. kademe yardımcı antrenör belgesi oluyor yani tek başına eğitim verme yetkisi tanıyan bir belge değil. Bu belgeye sahip müstakbel antrenör en az 2. kademe olan bir antrenörün yanında asgari bir yıllık staj süresi ardından daha uzun süreli ve konuların biraz daha ağır olduğu eğitimlere girip 2. kademe antrenör belgesi almak zorunda. Özetle devletin iş tanımları içine aldığı tango eğitmeni/antrenörü yukarıdaki süreçlerden geçmeli ve her yıl belgesini vizeletmeli. Aksi halde gayrimeşru bir iş yapmış sayılmakta. Etrafınızda göreceğiniz eğitim merkezlerinin ve kulüplerin yetkili eğitmenlerle çalışıp çalışmadığını incelerseniz de komik sonuçlarla karşılaşıp Türkiye’de kanun ne kadar güzel bir enstrüman diyeceksiniz.

Gelelim asıl konuya; bu eğitmenler (resmi olarak antrenör ya da usta öğretici) nasıl çalışıyor, bir okulda ders vermeye neye göre karar veriyor?

Meslek tanımı yapılmış bir işten bahsediyorsak tabii ki para kazanmak önemli. Bir eczacı neden eczane açar ya da bir marangoz neden ürün yapıp satarsa bir tango eğitmeni de o sebeple ders verir. Eminim ki özellikle sahne sanatları ile uğraşanların -diğer eğitmen ve dansçı arkadaşlarımın da onaylayacağı gibi- en sık karşılaştığı cümlelerden biri: “Oh ne güzel; dans edip, eğlenip para kazanıyorsunuz.” Genellikle bunu söyleyen zat-ı muhteremlere bütün garson ve aşçılar ne kadar mutlu ki her gün dışarıda yemek yiyorlar değil mi diye soruyorum. Evet, sevdiğimiz bir işi yapıyoruz ama bunun “iş” olduğu bilinciyle yapıyoruz. Eğitmenler olarak sürekli kendimizi geliştirmek, öğrencilere daha iyi eğitim verebilmek zorundayız. Ya da dansçılar sürekli daha iyi gösteri hazırlamak, müziği daha iyi işlemek, yeni figürleri en şık şekilde sergilemek zorunda. Mesela eğitmen olarak bir konuyu ilk anlatışta anlayıp başarılı şekilde uygulayan öğrenci ile beşinci anlatışta hâlâ yapamayan öğrencinin aynı sınıfta olduğunu ve ders sonunda ikisinin de memnun ve başarmış şekilde stüdyodan ayrılması gerektiğini biliyoruz. Yalnızca figürleri anlatıyor olmanın yetmediğini; tangonun tarihi, müziği, dansçıları ve önemli etkinlikleri hakkında ulaşabildiğimiz en doğru bilgileri aktarmak zorunda olduğumuzu biliyoruz. Hatta bunları aktarırken hobi amaçlı derse gelmiş öğrenciyi sıkmayacak şekilde dengeyi sağlamak zorunda olduğumuzu da biliyoruz. Bunları bilemeyenler zaten kısa süreler içinde iflas edip ortadan kayboluyor.

Eğitmenler ders verecekleri yeri seçerken hangi kriterleri göz önünde bulundurur kısmı genellikle pek çok maske ile doludur. 10 yıl önce neredeyse tümünün ismini ezbere bildiğimiz okullar piyasada iken bugünkü okulların isimlerini bilmek şöyle dursun sayılarını bile sayamayacağımız kadar fazla. Neredeyse manifaturacılarda bile dans eğitimi verilir oldu. MEB’e bağlı, TDSF’ye bağlı, ticaret odasına bağlı, hiçbir yere bağlı olmayan yüzlerce eğitmen yüzlerce dans okulu adı ile iş yapıyor. Herhangi bir denetleme veya yaptırıma tabi olmayınca her gün yeni yeni isimler türüyor. Denetlemesi gereken kurumlar ne yapıyor onu bilemiyorum. Memleketin aslında çok eğlenceli bir yer olduğunu tekrar belirtelim. Yeterliliği tartışılır bir eğitmenin kendi kafasına göre isim koyup (İspanyolca olması mühim) aslında fiziki olarak bir yeri olmayan merdiven altı eğitim yerlerini yok sayarak, aklıbaşında okulları okul olarak nitelendirip devam ediyorum. Eğitmenlerin büyük çoğunluğu için birinci öncelik kazanacağı paradır. Hatırlatayım ki iş tanımı yapılmış bir meslekten bahsediyoruz. Diğer kısım için ise markadır. Ufak bir kesim için keyif birinci sıradadır. Bunları tabii ki tek başlarına kabul etmiyoruz. Çeşitli kombinasyonlarını dilediğiniz gibi üretin ama temel üç ihtiyaç bunlardır.

Ufak ufak maddelendirmek gerekirse maddiyat için bir okul tercih eden kişinin seçenekleri çok değildir. Eğitmenin kazanağı ücret camia genelinde öğrenci başına ücret bölüşümü olarak hesaplanır. Çok nadir olmakla birlikte aylık sabit ödemenin bahsi geçer. Durum böyle olunca da iki seçenek ortaya çıkıyor; ortalama bir yüzde ile çok öğrenciye ulaşabilecek, portföyü geniş bir okul ya da yüksek yüzde ile portföyü ufak bir okul.

Marka için kurum tercih edenlerde önemli olan camiada ismi iyi olarak bilinmiş bir okulun eğitmen kadrosunda bulunarak ekmeğin köşesini, böreğin ortasını, karpuzun göbeğini yemektir. İyi bir okul her zaman maddi olmasa da iyi imkânlar demektir. Etkinliklerinde nicelik ve nitelik yüksektir ve doğal olarak eğitmenin kendini geliştirme imkânları daha fazladır.
Marka değeri tercihinde diğer bir konu da yüksek egoya sahip tek kişilik dev eğitmen kadrolu okullar. Biz yerine “ben”i tercih edip kendi adını markalaştırmak için çalışanlar. Birlik beraberlikten yana olduğumdan çok fazla üstünde durasım yok.

Keyif için bu işi yapanlar sokak tabiriyle tok satıcıdır. Nerede huzurlu olacaksa orada iş yapar. Çok özel kriterleri yoktur. Angarya ile uğraşmaz. Öğrenci gelirse gelir, gelmezse keyfi bilir der. Bir şey öğretmekten keyif alıyordur ve bu keyfinin bozulmasını istemez. Canı sıkıldığı zaman bu aydan sonra bir süre ders yapmıyoruz deyip derslerine ara verir, bugün dükkanı açmak yerine gidip sahilde dolaşayım zihniyetinde keyfekeder iş yapar.

Dediğim gibi bu üç seçeneği dilediğiniz miktarlarda harmanlayıp kişileri benim gibi kategorize edebilirsiniz.

Okul seçimini yapıp derslere başlayan bir eğitmen neler yaşar bölümünde her kafadan başka ses çıkacaktır. Sanılanın aksine her dans eğitmeni görüldüğü kadar dans aşığı değildir. Bu kısmı okuyup da ama ben çok rererörö diyecek arkadaş, evet, sen çok aşıksın, senden bahsetmiyorum. Sosyal dansçı ya da öğrenci dilediği zaman dans eder, dilediği zaman derse gider, dilediği zaman dersi asar. Eğitmenin ise dans etmek zorunda olduğu zamanlar vardır. Gitmek zorunda olduğu ve asma lüksü bulunmayan dersler vardır. Pek çok eğitmen haftanın her günü ders verir. Geri kalan zamanın büyük çoğunluğunda kendini geliştirmek için teorik ya da pratik çalışmalarda bulunur. Aynı konuyu bu kadar çok yaşamak kişide ister istemez bıkkınlık yaratır. İster mesleki bozulma deyin ister bunalım deyin. Her gün sekiz saat mutfakta çalışan bir aşçı evine gittiğinde yemek yapmak için pek de seve seve girmeyecektir o mutfağa. İstisnalar tabii ki mevcut. İstisnaların yanında her aşçı ya da eğitmen mutlaka ki keyif almak için de yemek yapıyor ya da dans ediyor. Neticede en iyi becerebildiği şeyi yapmak kişiye keyif verir. İçinde çok her geçen bir özetle; her eğitmen her gecede herkesle her parçada dans etmek zorunda değildir. Gördüğünüz her eğitmen dans makinesi değildir ya da sürekli öğrencilerini mutlu etmekle yükümlü iyilik perisi değildir. Bir dans gecesine giden eğitmene ortamdaki herhangi bir dansçıdan farklı gözle bakmamak gerekir. Ecnebilerin taxi dancer dediği, ücret karşılığı dans eden dansçılardan değildir eğitmen. Belki o gece oraya yalnızca arkadaşlarıyla sohbet etmek veya müzik dinlemek için gitmiştir. Daha sonra dans edelim ya da sudan sebep dahi olsa herhangi bir şey sunduğu zaman gönül koymak, bunun da burnu çok kalkmış demek bana kesinlikle insâni gelmiyor. Özel, grup vs üst üste üç ders yapıp, otuz kişiyle uğraşmış kişinin derslerin hemen akabinde katıldığı gecede bedensel ve zihinsel olarak çok dinç olmasını beklemek hayâlperestliktir. Her eğitmen dans makinesidir algısının gelişmesinde her dansını öğrenci portföyünü genişletecek vitrin olarak gören açgözlü veya karşıdakinin gönlü olsun inceliğiyle her dans ettiği kişi ile muazzam bir keyif alır gibi dans eden eğitmenlerin payı büyük. Öğrenilen sanatın diyetinin ödenmesi gerektiğine inanırım ama eğer gerçekten keyif almayacaksam da orada dans etmekten kaçmak için elimden geleni yaparım. Ben keyif almazken karşı tarafın keyif alması için uğraşmak sahtekârca geliyor. Yapmıyor muyum? Yapıyorum.

Bunlara ek olarak dedikodu kazanına sığmayıp her yana saçılan özel hayat ile profesyonel hayatı iç içe sokma eğilimi var ki herkese uzak olsun. Bir öğrenci için eğitmenin var olduğu tek yer ders yapılan zaman içindeki öğretme-öğrenme ilişkisidir. Eğitmen özel hayatında ne yaparsa yapsın. Kime ne. İyi eğitmense alacağın bilgiye bak. Neticede ne evlatlığı olacaksın ne nikahına alacaksın.

Tangoda eğitmenin sesi en az duyulan ses. Birazcık olsun sesimiz duyulsun diye bu kadar karaladım. Bunca cümlenin özeti olarak her eğitmen mesleğini icra eden sıradan bir insandır. Tek beklenti mesleğini doğru yapıp yapmaması olmalı. Çok fazla özellik ve anlam yüklemeye çalışmayalım.